İzmir Devlet Senfoni Orkestrasındaki seçimleri kazanan yeni Yönetim Kurulu’nun müdür ve müdür yardımcısı için kendi içinde yaptığı görev dağılımı Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca uygun bulunmayarak değiştirildi.
Devlet Senfoni Orkestralarımızın yıllık konser programlarına yapılan bakanlık müdahaleleri ve sansür uygulamaları, kadro sorunları, istihdam edilecek orkestralara şeflerinin atanmasında aranan ölçütler ile atamaya yetkili kurullarla ilgili yaşamsal değerdeki hukuksal düzenlemelerin yasa metninden çıkartılması, yakın zamanda Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Konsertmaisterlerinin Bakanlık tarafından yetkisiz, hukuksuz bir şekilde açığa alınmaları ve İzmir’de yaşanan bu son olay, bakanlığımız ile orkestralarımız ve devlet sanat kurumlarımızın ilişkilerine yeniden ışık tutmamıza yol açtı.
Öncelikle belirtmemiz gerekiyor, bizim müzik ve sahne sanatları kurumlarımız Devlet Tiyatromuz, Devlet Opera ve Balemiz ve Devlet Senfoni Orkestralarımız kurumsal yapılanmada olabildiğince bağımsız, özerk bir yapılanmayla “bağlı kuruluş” statüsüyle kurulmuş ve kurumsallaşmışlardır.
Bu bir zorunluluktur ve çağdaş dünyanın tümünde böyledir.
Çünkü sanat ile partisel siyasetin işleyişi bağdaşmaz iki alandır. Sanat evrenseldir, diller, dinler ötesidir, kapsayıcı ve birleştiricidir, bu yapısıyla bütün toplumu, tüm insanlığı kucaklar. Siyasi partiler ise ideolojik ve sınıfsaldır, toplumun ancak belli bir kesimine yansırlar ve doğallıkla ancak kendi ideolojilerine uygun siyaset ve sanat üretirler. Bunun için bağdaşmaz iki yapı diyoruz.
Siyaset kurumunun insafına bırakılacak sanat ve sanat kurumları hangi ideolojiyle sanat yapacaklar? Ülkemizdeki durumu düşünelim. Bugün dinsel içerikli sanat, yarın ırkçı sanat, öbür gün sağcı, solcu, sanat (!)
Daha da doğrusu, o gün iktidarda bulunan siyasi partinin ideolojisine ve anlayışına uygun sanat ve sanatsal projeler. Sonuçta ise varılacak nokta sanatın önemli işleviyle birleştirici, bütünleştirici bir toplum yapısı değil tam da tersine ayrıştırıcı, bölücü işlev ve değişen siyasal iktidarlarla yazboz tahtasına dönüştürülen bir kültür sanat yaşamı…
Sanat ve siyaset kurumunun işleyişindeki bağdaşmaz bu yapılar nedeniyle, daha 1940’lı 1950’li yıllarda sanat kurumlarımızın kuruluşuna öncülük eden dünya çapındaki uzmanlar ve ardından gelenler, sanat kurumları için özel statüler ve özel yasalar öngördüler. CSO, Opera - Bale, Tiyatro için çıkartılan 6940, 1309, 5441 sayılı bu yasalarla sanat kurumlarımıza tüzel kişilik kazandırılmış, bu alandaki tüm işleyişin, kurumların kendi içinden oluşturdukları kurullar ve sanatçılar eliyle yürütülmesi öngörülmüştür. Yasaların dayandığı ayırt edici özellik ise tektir: “Sanatın, siyaset kurumunun müdahalesinden arındırılarak kendi özel işleyişi içerisinde üretilmesi ve toplumun tümüne yansıtılabilmesi” anlayışıdır. Sanat kurumlarımız varlıklarını bu yasalarla sürdürebilmişlerdir. Siyasi parti yönetimleri ve günlük partisel siyasetin anlayışıyla toplumun tümüne sanat üretebilmek ve sunabilmek mümkün mü?
Sanatın işleyişi ve sunumu konusundaki yetki meselesi bir güç ve heves meselesi değil, bu nedenlerle bir zorunluluktur. Konu, bu tür tartışmalardan uzak tutulmalıdır.
Devlet Senfoni Orkestralarımızda bu yetki 6940 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Kanunu gereğince müzikal yönetim Orkestra Şefine, idari yönetim ise asaleti onanmış orkestra müzikçilerinin kendi içlerinde seçecekleri beş müzikçiden oluşan Orkestra Müdürü ile Yönetim Kuruluna bırakmıştır. İki organ da, işleyişin gereği olarak birlikte çalışırlar.
Sanatçı alımı ve istihdamı, orkestra sanatçılarına ödenecek aylık ücret oranları, yıllık konser programları, yurt içi ve yurt dışı konser turneleri, konserler için istihdam edilen yerli ve yabancı şef ve solist angajmanları, onlara konser başına ödenecek ücretler, ödüllendirme ve cezalandırma, v.b. orkestranın tüm sanatsal ve idari işleyişi başta Orkestra Müdürü ve Yönetim Kurulu ve Orkestra Şefi olmak üzere bu organlar eliyle yürütülür.
Sorun da burada başlıyor. Bakanlığın işleyişinde tek yetkili konumunda olan Bakanların çoğu, sanat kurumlarının özerk bu yapıları ve özel yasaları nedeniyle kendi olurlarından geçmeyen işler nedeniyle hoşnutsuzdurlar.
Bu nedenle de ilk hedef, orkestra müzikçilerinin seçimiyle göreve getirilip kurumu yönetmekle yetkilendirilmiş orkestra yönetimleri olmaktadır. Çoğu siyasetçinin gönlünden geçen, kendi atayacakları biriyle kurumu yönetme özlemidir. Bunun için de işi orkestralardaki “seçim sistemini” kaldırılma düşüncesine kadar götürürler.
Öte yandan kurum içinde orkestraya egemen olmak isteyen egosu yüksek unsurlar da yok değildir. Bu unsurlar için sorun sanatsal kaygı da değildir. Bakanları etkileyerek bu işe sürükleyen bu unsurların amacı ise bakanlık kanalıyla işbaşına getirtecekleri yöneticiyle kuruma tutunma ve egemen olma çabasıdır.
Yaşanmış sayısız örnekler vardır. 10’u aşkın Kültür Bakanıyla çalışmış olmanın deneyimiyle edindiğim izlenimimdir.
Sanat, senfonik orkestra ve senfonik müzik gibi çok özel bir alanda sanat kurumlarını, orkestra yönetimlerini günümüz Türkiye’sinde partisel siyasetin kucağına atmak kâbustur. Bilgisiz, donanımsız hangi iktidarla, sanatın da dışından gelebilecek hangi müdürle, hangi yönetimle?
Haklarını yemeyelim, doğru düşünen Kültür Bakanları da olmuştur. Anımsıyorum, 1980’li yıllarda bir konuda düşüncesi alınmak istenen Kültür Bakanı (M. Taşçıoğlu) veciz bir söyleyişle yanıt vermiş “bize sormayın, sorarsanız size yanlış yaptırırız” demişti.
Saklamaya gerek yok, çok yazı yazıldı, nerdeyse söylenmedik söz kalmadı. Mevcut yasal düzenlemenin eskiyen hükümleri var. Ayrıca, orkestralar ile diğer sanat kurumlarımızın yönetim sistemlerine yeni donanımlar da katmak gerekiyor. Kurumlarımızı uluslararası arenaya taşımak ve tanıtmak, yurtiçinde toplumun tüm kesimlerine ulaştırmak ve iletişimi sağlamak, Sanat Kurulunun aldığı kararları uygulamak ve bu kurumlarımızın bürokrasi içindeki iletişimini sağlamak için, başarıları ile tanınmış yeni idari yönetim konumları da eklemlemek gerekiyor.
Başka bir yazı konusudur, istenirse kapsamlı bir değerlendirmeyi de görüşlere sunabiliriz.
Devlet Senfoni Orkestralarına Şef ataması ve Yönetim Kurulundaki görevlendirmelerle ilgili yapılan müdahaleler konusundaki düşüncelerimizi ortaya koyalım:
Senfoni orkestralarında Orkestra Şefi konusu en önemli konudur. CSO’nun 6940 sayılı Kuruluş Kanunu’nda 5. Maddesinde şefin niteliği seçilip atanması için önemli sayılabilecek düzenlemeler getirilmiştir. Orkestra şefini seçecek kurul ise yasanın 6. Maddesinde, Güzel Sanatlar Genel Müdürü, Devlet Konservatuvarı Müdürü, Devlet Konservatuvarı Öğretmenleri arasından bakanlığın seçeceği bir öğretmen, Senfoni Orkestrası Konsertmaisteri, Senfoni Orkestrası Yönetim Kurulu’nun kendi arasından seçeceği iki sanatçı üye olarak belirtilmiştir.
Belirtmemiz gerekiyor, düzenlemedeki seçici kurul yetersizdir. Kurul, o günkü anlayışa, Türkiye’nin o gün bu alandaki birikim ve yoksunluğuna göre hazırlanmıştır. Bu gün “ne ilgisi var genel müdürün, konservatuvar müdürünün ve konservatuvar öğretmeninin senfoni orkestralarının şefi’nin seçmeyle ilgisi?” diyoruz. Orkestra şefini seçecek tek kurul, onu deneyen ve tartan orkestranın kendisidir. Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle iptal edilen bu düzenlemelerin yerlerine eklenmesi gerekiyor.
Orkestralarda seçilen Yönetim Kurulları kendi aralarında müdür ve müdür yardımcısını belirleyerek bakanlık onayına sunarlar. Yasada bu yetki bakanlığa bırakılmış olsa da Kültür Bakanlığı seçilen yönetimlerin belirlediği bu görev dağılımlarına hep uymuştur.
Çünkü yapılan görev dağılımı bir yönüyle seçimin tamamlanmasıdır.
Bu yıl İzmir Devlet Senfoni Orkestrası seçimlerinde oluşan yönetim kurulunun kendi içinde yaptığı görev dağılımı nedense uygun bulunmamış, Kenan Gökkaya’nın Müdürlüğü, Sonat Onur Yaşlıçam’ın Müdür Yardımcılığı veto yemiş, bakanlık Jale Özge Tanrıver’i Müdür, istifa nedeniyle yedek seçilerek yönetime giren Tevfik Kulak’ı Müdür Yardımcısı olarak atamıştır.
Seçimi kazanan parti başkanının onay için götürdüğü Başbakan ve Bakanlar listesine, Cumhurbaşkanı “ben sizin gruptan başka birilerini Başbakan, Bakan yaptım” demek gibi.
Bakanlığın yaptığı değişikliğin çok oy, az oy alma gerekçesine dayandırılması da inandırıcı olmaktan uzak. Önceki yıl en az oyla yönetime yedekten girebilen bir müzikçi bakanlıkça CSO Müdürü olarak atanmıştı. Bu tür müdahalelerin orkestra içindeki uyumu ve çalışma barışını bozmasından korkarım. Dileğimiz bunun gelenek haline getirilmemiş olmasıdır.
Yakından tanıyor değilim, ancak Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’un çağdaş sanat kurumlarımıza olumsuz baktığı izleniminde değilim. Yaşanan dönemdeki siyasi iktidarın ideolojsi ve kültür siyaseti düşünülünce bu nitelik önemli. Bakanı etkileyen unsurlara dikkat etmek gerekiyor.
Sanat kurumları yöneticilerinin de sayın bakanı dirayetle ve yetkinlikle doğru bilgilendirdikleri konusunda kuşkuluyum.
Kamu görevlerimden ayrıldıktan sonra göreve gelen bir yeni Kültür Bakanının (sanırım deneyimlerim nedeniyle) “ne yapmalıyım, nasıl davranmalıyım” şeklinde yönelttiği soruya “çalışma arkadaşlarınızı iyi tanıyın ve öyle seçin, bürokratlar bakanları aldatırlar” demiştim. Sayın Bakan Mehmet Nuri Ersoy’a bilgilenme kanallarını açık tutmasını, tek kanalla yetinmemesini öneririm.
HÜSEYİN AKBULUT
31 Mart 2020, Ankara